Bu Blogda Ara

11 Haziran 2011 Cumartesi

RUMELİ FENERİ

Rumelifeneri, Avrupa yakasında İstanbul Boğazı’nın Karadeniz’e açıldığı en kuzey noktada, Rumelifeneri Köyü’ndedir. Köyün antik çağlara uzanan bir tarihi bulunmaktadır. Rumelifeneri Köyü’nün artik çağlarda ki ismi Panium veya Panyum Burnu’dur



Bizans Dönemi’nde ise köy, Fanaraki veya Fanariyan Burnu adıyla anılmıştır. Bir dönem fenerin ve köyün adı Türkeli olarak anılmış olsa da köy halkı tarafından bu isim benimsenmemiştir.

Köy’de Cenevizlilerden kalan kale önemli tarihi yapılardan biri olmakla birlikte, hiç kuşku yok ki en önemli eser tarihi Rumelifeneri’dir.

Boğaz’da gemilere yol gösteren tarihi fener19. Yüzyılda yapılmış olmakla birlikte tarihi kaynaklarda çok daha eskiden burada bir fenerin varlığından söz edilmektedir.


Fotoğraf 1-Fener Kırım savaşı sırasında Fransızlar tarafından yapılmıştır. Fener'e çoğu ahşap 104 merdivenle çıkılmaktadır.
Osmanlı deniz haritalarının en eskilerinden biri olan 1567 tarihli Ali Macar Reis haritasında bu fenerin yeri işaretlidir. Rumelifeneri’nden ilk bahsedenlerden biri olan Hollandalı gezgin P. Gyllius’un tanımlaması ise şöyledir:    

“Faros ucunda her gece denizciler için ışık yayan bir feneri taşıyan sekizgen bir kulenin adıdır. Bu kule her yönde camlı pencerelerle kaplıdır ve bunlar alçıyla değil kurşunla birleştirilmişlerdir, bu da bunun Türklerin değil de Hıristiyanların eseri olduğunu gösterir. Paneion Burnu’nun tepesinden her yöne doğru enine boyuna Karadeniz gözükür.”

Evliya Çelebi’nin Seyahatname’sinde



Rumeli Feneri’nin 1583’de onarıldığını eski kayıtlar da yazmaktadır. Bunlara göre Fener’in yüksekliği 120 basamak olup, üzerinde etrafı camlarla kaplı 12 pencereli bir odası varmış. Ortada etrafında halka şeklinde sıralanmış fitilleri bulunan yağ dolu kap, geceleri tutuşturularak ışık vermesi sağlanıyormuş. 1616’da İstanbul’a gelen gezgin Wenner bu fenerden şöyle bahsetmektedir:

“ ... yüksek haşmetli bir kule, üstünde ve çepeçevre duvarlarında yüksek pencereleri büyük camlarla korunmuş, ortada büyük bir demir levha durur. Yaklaşık dört parmak kalınlığında ve eni üstten bir kulaçtan fazla, çok köşelidir. İçine fitiller ve levhanın içine de yağ konulur ve geceleri tutuşturulur ki gemiciler bunu çok uzaktan görür.”

Ünlü Türk gezgin Evliya Çelebi’nin de (1611–1682) seyahatnamesinde "Kaleden taşra yüksek bir kule üzre bir fanus'u azim" bulunduğundan bahsetmesi, burada daha önce bir fenerin bulunduğunun ispatıdır.


Fotoğraf 2-Rumelifeneri'nden limanın görünüşü, eşsiz bir güzellik sergiler.
Günümüzdeki fener, 1855’deki Kırım Savaşı sırasında Fransız ve İngiliz savaş gemilerinin İstanbul Boğazı’ndan Karadeniz’e çıkmalarını kolaylaştırmak amacıyla yapılmıştır. 15 Mayıs 1856’da açılışı yapılan fener karşı kıyısındaki Anadolu Feneri ile birlikte hizmete girmiştir. Bir söylentiye göre; inşaat sırasında Fener Kulesi’nin üst üste birkaç kez yıkılmasından dolayı köylüler burada Sarı Saltuk’un makamının bulunduğunu ama zamanla yıkıldığını, bu nedenle bu zatın kendi üzerinde bu kuleyi yükseltmediğini söylerler. Fransızlar da köylülerin gönlünü almak için önce yatırın bulunduğu söylenen türbeyi inşa etmişler üzerini örttükten sonra da kuleyi örmüşlerdir.

            Sarı Saltuk kimdir?

Sarı Saltuk, Anadolu ve Rumeli'nin fethi sırasında savaşlara katılan, daha yaşarken efsane­vî bir şahsiyet haline gelen Türk kahramanıdır.  Hayatı etrafında oluşan yaşam öyküleri diğer gazi ve velilerin  menkıbe­le­ri de karışmıştır. Bu sebeple Sarı Saltuk'un gerçek hayatı ile ilgili bilgileri elde etmek son derece güçleşmiştir. Üstelik tarihi kaynakların Sarı Saltuk hakkında verdikleri bu bilgilerin bazen birbiriyle çeliştiği de görülmektedir.

            
Fotoğraf 3-Rumelifeneri'nin altında Sarı Saltuk'a ait bir türbe bulunmaktadır. Türbenin yapılmasında köy halkının Fransızlara yaptığı uyarıların etkisi olmuştur.
Sarı Saltuk'un destansı şahsiyeti ile ilgili en önemli kaynak, hayatını konu alan Saltuk-nâme adlı eserdir. Ebül­hayr-ı Rumî adındaki bir yazar Şehzade Cem Sultan’ın emri üzerine Anadolu ve Rumeli’yi dolaşarak Sarı Saltuk’a ait menkıbeleri toplamış ve üç ciltlik bir eser haline getirmiştir. Eser tahminen 1480 yılında tamamlanmıştır. Saltuk-name’ye göre Sarı Saltuk'un asıl adı Şerif Hızır'dır. Sarı Saltuk, bir destan kahramanında bulunması gereken bütün özelliklere sa­hip­­tir. Son derece güçlüdür, yüreğinde korku yoktur. Tek başına düş­man içine yanar ateş gibi girmekte, düşman kalelerini fethetmektedir. Aman  dile­yen düşmanına karşı ise merhametlidir. Saltuk-name’de, yiğitte bulunması gereken özel­lik­ler ok atmak, yazı yazmak, suda yüzmek ve yigitçe gezmek olarak sırala­nır­ken, Sarı Sal­tuk'un bu dört hünerde mahir olduğu özellikle belirtilir.

            Dobruca Kralına islamiyeti kabul ettirdi

Bu özellikler dışında Sarı Saltuk'un olağan üstü güçleri de olduğu anlatılmaktadır. Çok uzaklarda aleyhinde söylenenleri işitebilmekte, oturduğu yerden bir kılıç darbesiyle bir başka diyardaki düşmanını öldürebilmekte, göz açıp kapayıncaya kadar bir diyardan bir başka diyara gidebilmek­te­dir. Düş­man­ları bir türlü Saltuk'u öldürememektedir; ok atarlar batmaz, kılıç vurur­lar kesmez, büyü yaparlar tesir etmez, suya atarlar boğulmaz, ateşe atarlar yanmaz.

Nitekim Sarı Saltuk ile ilgili şu efsanenin o günden bu güne anlatıldığı bilinir; Sarı Saltuk, Lehistan’da Dobruca Kralına İslamiyet’i kabul etmesi için çağrıda bulunur. Kral, ülkesine dehşet saçan ejderha’yı öldürmesi durumunda İslamiyet’i kabul edeceklerini söyler. Sarı Sartuk, ejderhayı bulmak için yola çıkarken, yanına kendisine yolu gösterecek bir papazı alır. Saltuk, ejderhayı öldürüp dönerken, Papaz yanına ejderhadan kestiği kulak ve dili alır. Ancak Papaz kralın karşısına geldiğinde ejderhayı Sarı Saltuk’un değil, kendisinin öldürdüğünü söyler. Bunun üzerine Saltuk, “Ey Dobruca Kralı ejderhayı öldürmek keramettir. Eğer Papazınızın böyle bir kerameti varsa ikimizi ayrı kazanlara koyup, kaynatın. Hangimiz yalan söylüyorsa belasını bulsun” der. Ardından kazanlar kaynar. Bu sırada ilahi bir kudretle Anadolu’dan bu hali gören Hacı Bektaş’ı Veli, himayelerindeki Saltuk’a, “Allah yardımcın olsun” diye niyaz eder. İşte o anda kaynayan su serinlemeye başlar. Kazanlar açıldığında ise Saltuk’a bir şey olmadığı görülür. Böylece Kral tabasıyla birlikte İslamiyet’i seçer. (Bu bilgi Rumelifeneri girişinden yer alan Sarı Saltuk Türbesi’nde yer almaktadır)

           

Sarı Saltuk hakkında bilgi veren bir başka önemli kaynak da Evliya Çelebi’nin ünlü Seyahat-name’sidir. Evliya Çelebi'ye göre Sarı Saltuk'un asıl adı Muhammed Buharî'dir. Muhammed Buharî Ahmet Yesevî'nin halifesidir. Ahmet Yesevî, Muham­med Buharî'yi şu sözlerle Hacı Bektaş-ı Veli'ye gönderir:

“Saltuk Muhammedim ! Bektaşım seni Rum'a göndersin, Leh diyarında  yoldan çıkmış olan Sarı Saltuk suretine girip o melunu, Dobruca'daki ejderi bu tahta kılıç ile öldür, Makedonya ve Dobruca'da yedi krallık yerde ün sahibi ol.”

            Evliya Çelebi’nin verdiği bu bilgi ile Lehistan Dobruca Krallığı’nda yaşanan masalsı olaylar birbiriyle örtüşmektedir.

            12 yerde türbesi bulunuyor

            Saltuk-name’de Sarı Saltuk’un on iki mezarı olduğu belirtilmektedir. Sarı Saltuk, beylerin ve kralların mezarına sahip çıkmak isteyeceklerini söyleyerek her isteyene verilmek üzere birer tabut hazırlamalarını vasiyet eder. Sarı Saltuk’un mezarını ülkesinde bulundurmak isteyenler, kendilerine verilecek tabutta Sarı Saltuk’un vücudunu görecektir. Nitekim çevredeki beylerden ve krallardan her isteyene bir tabut verilir. Tabutu alan, Saltuk’un cesedinin kendisinde olduğunu görür ve ülkesine dönerek cenazeyi defneder.

Saltuk-name’de Sarı Saltuk’un cenazesinin Baba (Babadağ/Roman­ya)’ya defnedildiği belirtilmekteyse de Sarı Saltuk’un cesedinin Edirne yakınlarındaki Eski Baba (Babaeski)’da gömülü olduğu yolunda bir rivayet bulunmaktadır.

Evliya Çelebi, Seyahat-name’sinde Sarı Saltuk için birden fazla tabut hazırlanması ve isteyen krala verilmesi olayını, küçük farklılıklarla da olsa benzer şekilde anlatmaktadır. Sarı Saltuk, adamlarına: “Ölünce beni yıkayıp yedi tabut hazırlayın, çünkü benim için yedi kral cenk etmeli” der.

          

İşte bu önemli şahsiyet Sarı Saltuk’un mezarlarından biri Rumelifeneri’nin altındadır. Fener’in giriş katında merdiven dairesinin hemen sağındaki sahanlığı kaplayan ziyaretgâhta bir sanduka bulunmaktadır. Rivayete göre, Balkan ve I. Dünya Savaşı sırasında köy düşman gemilerinin bombardımanına maruz kalmış, köydeki bütün evler yıkılmıştır. Feneri hedef alan düşman topçusu bütün gayretine rağmen isabet kaydedememiştir. Feneri bu günlerde Sarı Saltuk’un koruduğuna inanılır.

Köydeki balıkçılar da yirmi beş yıl öncesine kadar, denize açılmadan önce tekneleriyle fenerin etrafında toplanıp, avın bereketli geçmesi için Sarı Saltuk'un ruhuna dualar okuduktan sonra denize açılmak için Sarı Saltuk'tan izin isterlermiş. Balıkçılar, Sarı Saltuk'un ruhunun kendilerini koruduğuna inanırlarmış.

Türbenin çeşitli hastalıkları yenecek etkileri olduğuna da inanılmaktadır.  Fenerin hemen yakınındaki suyun böyle özelliği bulunduğu, Saltuk-name’nin çeşitli yerlerinde Sarı Saltuk'un yeraltından şifalı sular çıkardığı anlatılmaktadır. Ayrıca Sarı Saltuk Hazretleri’nin Diyarbakır’da Türbesi’nin halk inanışlarında önemli bir yeri vardır. Cuma akşamları (perşembeyi cumaya bağlayan akşam) türbeyi yalın ayakla ziyaret eden kadınlar canı gönülden bir dilekte bulunurlarsa bu dileklerinin yerine geleceğine inanmaktadırlar. Sıkıntıya düşen bir kimse Sarı Saltuk’un adını üç defa anarak yardım isterse, hemen imdada yetişeceğine inanılır. Birinden kötülük gören kişinin türbeye gelerek kendisine kötülük yapanakılıç çalması için duada bulunduğu da oluyormuş. Hastası olan, kocası işsiz olan, evlenmemiş kızı bulunan kadınlar türbeye gelip dertlerine deva bulmağa çalışırlar.

Saltuk-name’ye göre Sarı Saltuk 99 yıl yaşamış, sonunda düşmanları tarafından  zehirlendikten sonra hançerlenerek şehit edilmiştir. Ancak, son nefesini vermeden önce de  kendisini zehirleyen ve hançerleyen düşmanını öldürmüştür.

Fener, Türklere 1933’te geçti

Altında Türk tarihinin önemli şahsiyetlerinden Sarı Saltuk’un türbesinin yer aldığı bu çok özel fener, 1933'de, Fransızlara verilen 100 yıllık işletme imtiyazı iptal edilerek tamamen Türklere geçmiştir. Fener deniz seviyesinden 58 m. yüksekliktedir. Işığı ise 18 mil uzaktan seçilebilmektedir. Fener kulesi 30 m. yükseklikte olup, yukarıya doğru daralan üç kademe şeklindedir. Kuleye çoğu ahşap 104 merdivenle çıkılmaktadır Her katta kulenin çapı biraz daha daralmaktadır. Son basamakla birlikte dev silindir kristale ulaşılır. İçinde eski tarihlerde yunus yağı kullanılırken şimdi 500 watt'lık ampul kullanılmaktadır. Fener Rumeli Tahlisiye İstasyonuna bağlıdır. Ayrıca Rumelifeneri’nin bulunduğu istasyonun içinde küçük bir müze ile önünde gemilere yardım amacıyla kullanılan sis topları bulunmaktadır. *





-İstasyonun içinde küçük bir müze ile önünde sis topları bulunmaktadır.
*Sarı Saltuk bölümünün hazırlanmasında Çukurova Üniversitesi’nden Prof. Dr. Şükrü Haluk Akalın’un çalışmasından yararlanılmıştır.



Haldun Domaç

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder