Konya’da saray kuyumcusu olan Selâhattin Zerkubî’nin (Zerkubî demek: Kuyumcu, altın alan, işleyen anlamına geliyor) öyküsü..
Selâhattin Zerkubîn’nin köşe başında bir dükkanı vardı… Mevlâna bir gün 8, 10 talebesiyle o dükkanın önünden geçerken, o sırada da altın çekiçliyordu Selâhattin. Altın çekiçleme; eskiden kuyumculukta böyle silindirler gibi, altın işleyecek fazla mekanizmalar yok, çekiçlerle bir örsün üzerinde ince ince, tık tık tık… vuruşlarla vurularak bilezik haline getirilirdi. Kuyumculuğun ustalığı işte odur. Hassas bir şekilde, belli bir tazyikte vurulacak ki altın dağılmayacaktır. Böyle bir operasyon içerisindeydi Selâhattin Zerkubî. Mevlâna’yı tanırdı ama onun âşıklarından, dervişlerinden değildi, özel bir yakınlığı yoktu.
İşte tam o sırada Mevlâna oradan geçerken… bu tin tin tin… ince ince… o altının kendine has güzelliğinde, tık tık tık… o çekiçin darbelerindeki hassasiyette… ve bu ritimde, bir İlâhî cezbe buldu… Yani bir anda raks meydana geldi… Bu raks hâli dolayısıyla, dönmeye başladı Mevlâna… dükkanın önünde…
Hz Mevlâna’yı Konya’lılar çeşitli kademelerde çok iyi tanıdıkları için herkes toplandı, Hz Mevlâna’yı seyretmeye başladı. O anda da bileziğin kıvamı geldi, bir daha vurulursa ezilir, çekicin bırakılması lâzım… Fakat Selâhattin o raksı bozmak istemedi, vurmaya devam etti… bilezik parçalandı… Yenisini aldı taktı, yenisini aldı taktı, yenisini aldı taktı… üçbuçuk saat semâ etti. Mevlâna Hazretlerinin nihayet ayakları yerden kesildi… Durdu… Selâhattin çekici masasının üzerine bıraktı…
- Ey Konya halkı! Dükkanım helâldir, yağmadır, gelin boşaltın diye haykırdı Selâhattin Zerkubî; halk şaşırdı… Koskoca saray kuyumcusunun dükkânındaki altınlar nasıl yağma edilir. Tekrar: helâldir, benim için zevktir. Allah razı olsun benim malımı yağmalayanlardan… dedi. Sonra da Hz Mevlâna’nın peşine takılıp, bir numaralı talebelerinden birisi oldu.
Buraya kadar coşkulu bir insanın, Hz Mevlâna karşısında erimesini irşad olma olayını seyrediyoruz ama, bunun arkasından bambaşka bir hâdise geldi.
bir gün Selâhattin’in kızı, “babacığım sana hayırlı bir haberim var, Vezirin oğlu beni istiyor. Biz birbirimize meftunuz… Babasına söylemiş, babası da Selâhattin gibi bir kuyumcunun kızı, ancak bizim (küfüv derler eskiden, denklik) asâletimize yakışır diyerek sevinmiş.
Ama Selâhattin bir an düşündü ki; o eski Selâhattin değil, artık. Şimdiki Selâhattin’de bir şey yok ki… Bozuk para bile kalmamış, bırak altını… O eski denk olma hâli kalmamış. Bir vezirin oğluna verilecek kızın çeyizi, hatırından hayâlinden geçmez bile… Üç arkadaşı yardım edecek olsa, nihayet normal ev eşyasını ancak alabilirlerdi. Böyle bir bunalım içesirisinde kızına hiçbir şey söylemeden, Hz Mevlâna’nın huzuruna gitti, hiçbir şey belli etmeden oturdu.
Hz Mevlâna:
- Selâhattin gönlünde bir yük var, kaldır. Bu yük beni de bunaltıyor… dedi.
- Yok efendim dediyse de Selâhattin Zerkubî,
- Hayır bunalıyorum, lütfen anlat dedi…
Selâhattin de bu emir üzerine aynen anlattı…
Hz Mevlâna sohbetten sonra ayağa kalktı “Rabbim bilir, kendi bilir diye niyaz etti” Yani üstü kapalı olarak sen bizim için bütün altınlarını feda ettin, kızın şimdi mahçup olacak, yahut kızı beş parasız bir kuyumcunun kızı olduğu için vezir oğluna istemeyecek gibi bir tezat doğdu.
O zamana kadar da, şehrin ileri gelenleri, zenginleri, devlet adamları, Mevlâna’ya her ziyaretlerinde veya rastladıklarında saygıyla eğilirlerdi. “Efendim, bir emriniz var mı diye usulen sorarlardı. Mevlâna’da hayır, sağolun. Allah razı olsun der, bir şey istemezdi. Hiç kimseden birşey istemezdi. Ama, Cenâb-ı Hakk’ın tecellisi, o gün Sultan Keykubat yanından geçiyordu. Mevlâna’yı görünce, gayet hürmetkâr ve bir şekilde sultanlığını üzerinden atarak, büyük bir tevâzuyla selâmladı ve biz size hizmet edemiyoruz, dünyaya daldık bizi hoş gör, bir emrin var mı, dedi…
Bunun üzerine Mevlâna Hazretleri “VAR” dedi. “Şu benim adamımdır. Bunun kızını vezirin oğlu istiyormuş, kız babası sen olacaksın dedi…
Sultan,
- Başüstüne efendim dedi ve Selâhattin Zerkubî’nin kızına çeyiz yaptı. Hem öyle bir çeyiz yaptı ki, eğer Selâhattin, Mevlâna’ya gelmeyip, kuyumcu olarak kalsaydı, bunun onda birini bile yapamazdı… Hattâ o düğün için derlerki, develer üzerindeki çeyizler geçemediği için, Konya’da üç, dört sokağın duvarları yıkılmıştır. Tek o saltanat yerine gelsin diye…
İşte gözyaşları içerisinde, Hz Mevlâna, Selâhattin’e dedi ki (Taa o zaman aklına gelmişti, Allah bunu öder diye) Sen altınlarını bizim için dağıttın, Allah ödedi bunu dedi. Bir hususiyet yok bunda, fazla gözünde büyütme dedi…
Çünkü Selâhattin gerçekten de çok ileri derecede bir aşka sahip, gönle sahipti ve Mevlâna’nın dünyasını değiştirdiği güne kadar hizmet etmiş, bir rivayete göre cenazesini kıldırmış, bir rivayete göre de cenazesinin önünde bulunmuş gibi yakînliği olmuştur
alıntıdır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder