Bu Blogda Ara

4 Nisan 2011 Pazartesi

TÜRK KÜLTÜRÜNDE YADA TAŞI

Çok eski devirlerden kalan yaygın bir inanca göre:

"Türkler 'in atalarına göklerden gelen sihirli bir taş armağan edilmiştir. Bu taş her devirde Türk Samanları 'nın ve büyük Türk komutanlarının ellerinde bulunmuştur." Ve yine bu inanca göre günümüzde hâlâ bu taşın önde gelen Şamanlar'ın ellerinde bulundukları iddia edilmektedir.

Bu anlatılanların sadece bir inançtan ya da söylentiden ibaret olmadığını binlerce yıl öncesine ait eski Çin Tarihi Kayıdan da teyid etmektedir. Eski Türkler'in de elinde bu tür bir taşın (Yada Taşı) bulundu­ğuna dair çok sayıda tarihi kayıt vardır. Çin Kaynakları tara­fından tutulan bu kayıtlarda, Türkler'in bu taş vasıtasıyla istedikleri zaman yağmur veya kar yagdırabildikleri uzun uzun anlatılmaktadır.



Atalarımızın istedikleri zaman yağmur, kar, dolu yağmur yağdırabildikleri, rüzgar estirip hatta fırtına çıkaıtabildiklerine dair ilk tarihi belgede şunlar kayıtlıdır:

Türkler'in büyük ataları Hunlar'ın Kuzey'inde bu­lunan So sülalosinden idi. Oymağın Başbuğu Ananbu idi. Bunlar yetmiş kardeş idi. Birincisi dişi kurt­tan türemiş olup adı Içjini-nişibu idi. Içjini-nişibu tabiatüstü özelliklere sahipti . Yağmur yağdırıp fırtına çıkartabilirdi .

Yine aynı Çin Kaynaklan'nda 449 yılında meydana gelen bir savaş anlatılırken konuyla ilgili satırlara rastlıyoruz:

Evvelce Kuzey Hunlar'uı idaresinde bulunan Yüce han ahalisinde öyle kâhinler vardır ki , Cücenler'in saldırışlarına karşı durduklarında çok şiddetli yağ­mur yağdırdılar, fırtına çıkarttılar. Cücenler'in on­da üçü sellerde boğuldu, soğuktan kırıldı .

İslâm Kaynakları'nda Türkler'in bir zamanlar ellerinde bulundurdukları taş; yağmur taşı anlamına gelen "Haccr-ül Matar" ya da "Seng-ı Cede" olarak isimlendirilmiştir. İslam Kaynakları'nda anlatılanlara baktığımızda, Türkler'in bu si­hirli taşıyla Müslümanlar'in da yakından ilgilendiklerini gö­rüyoruz.



İslâm tarihçilerinden İbn-ül Fakih'in kayıtlarında. Halife Ma'mun'un bu gizemli taş hakkında araştırma yapması için Nuh b. Esed'i vazifelendirdiği anlatılmaktadır. Nuh b. Esed Türkler arasında yaptığı incelemeler sonununda Halifeye, söz konusu haberlerin doğru olduğunu fakat olayın nasıl meydana geldiğini anlayamadığını bildirmiştir.

İbn-ül Fakih tarihi kayıdarında, Horasan Emiri İsmail b. Ahmet'in Ebul Abbas'a anlattıklarına da yer vermiştir:

Yirmi bin kişi ile Türklere karşı savaşa çıktım. Karşımızda baştan ayağa kadar silahlı altmış bin Türk vardı . Bunlardan bir kısmı bizim tarafa geçti. Bunlar bize Türklein iri dolu yağdıracaklarnı söylediler. Biz de onlara: "Sizin kalbinizden küfür hâlâ çıkıp gitmemiştir, böyle işleri hiç bir insan ya­pamaz" dedik. Onlar: "Biz haber veriyoruz, sizi ikaz ediyoruz, onların tayin ettikleri vakit yarın sa­bahtır ama siz daha iyi bilirsiniz" dediler. Sabah ol­du. Korkunç bulutlar bizim üzerimizi kapladı . Her­kes korktu. Müthiş dolu yağdı.

İbn-ül Fakih, bu olayla ilgili olarak İsmail b. Ahmet'in iki rekât namaz kılarak, bu dolu fırtınasını daha sonra Türk­ler'in üzerine yönlendirdiğini yazmaktadır. O devirde Arap İslâm Orduları aynı zamanda Allah'ın askerleri olarak nitelen­dirildiği için, onlar adına böylesine gurur kırıcı bir olayla karşılaşmak kabul edilebilir bir şey değildi. Bu nedenle söz ko­nusu dolu fırtınasını kıldığı namaz sayesinde Türkler'in üzeri­ne yönlendirildiğini yazarak konuyu noktalamasına şaşma­mak gerekir.

Biz tekrar sihirli taşımıza geri dönelim...

Eski Türk Mitolojisi'ni oluşturan çeşitli efsanelerde de bu taştan bahsedilir. Hatta bu taşın nasıl kullanıldığı da kısmen açıklanır...

Bir örnek olması bakımından Er Gökçe Destanından ko­numuzla ilgili bir bölüm aktaralım:

...Yanımdaki adamlar susadı. Er Kosay'a susuzluk­tan şikayet ettiler. Er Kosay, uzun kulaklı sarı atı­nın altından "Cay Taşını çekip çıkartı . Salladı, salladı yere koydu. Havadan yağmur yağdı. Yağ­mur suyunu içtiler.

Abdülkadir İnan "Eski Türk Dini Tarihi" adlı kitabında "El-Lügat'ün Neviyye" isimli eski bir lügatta "Yada Taşı" hakkında şöyle bir açıklamanın yapılmış olduğunu yazar:
Yağmur boncuğu derler bir nesnedir ki , ona kurban kanı sürülmekle yağmur yağar.

Bu gizemli taşla ilgili elimizdeki tüm bilgileri yan yana getirdiğimizde, onun kullanım metotları olarak; taşın su içine konulduğu, suyun üzerine asıldığı, birbirine sürtüldüğü veya taşın sağa sola hareket ettirilerek sallandığını görüyoruz.



Bu konuda günümüze kadar gelen Farsça bir şiir "Yada Taşının kullanılmasıyla ilgili önemli çağrışımları beraberinde getirmektedir. Aktarıyorum:

Şekilli bir taştır ki, her ne zaman ona dua edilse gö­ğü yarar ve çokça bulut ve yağmur getirir, bu iş Türkler arasında yaygındır.

Bu anlatımlardan taşın çalışma prensibiyle, düşünce enerjisinin onu yönlendirmesi arasında çok sıkı bir bağ oldu­ğu anlaşılıyor. Demek ki, düşüncelerle yönlendirilebilen bir maddesel özelliği olan bir taşla karşı karşıya bulunmaktayız.

Bu taşın en son hangi tarihe kadar kullanıldığı tam olarak bilinmiyor ama bu taştan Osmanlılar'in da haberdar oldukla­rını yine tarihi belgelerden anlıyoruz. , Şaban Şifaî'nin IV. Mehmet'e yazdığı "Risâle-i şifâiyye fi beycini enva-i ahcar" isimli eserinin 14 sayfası bu taşla il­gili önemli anlatımlar içerir.

Özetle aktarıyorum:

Hiç bulut olmadığı halde Yada Taşı ile yapılan işlemden iki saat sonra bulutlar gökyüzünde görülme­ye başlar ve ardından bereketli yağmurlar yağar. Ne kadar gerekiyorsa ihtiyaç olunan kadarıyla yağ­muru yağdırmak Yadacı'nın hünerine bağlıdır.

Taşlar farklı renklere sahip olabilmektedir. Genel­likle siyaha çalan toprak renginde olup üzerinde kırmızı noktalar vardır. Beyaz olup üzerlerinde kırmızı noktalar olanlara da rastlanmıştır. Büyük­lükleri bir kuş yumurtası kadardır .

Kaşgarlı Mahmut'un verdiği bilgilerle, bu anlatımlar bü­yük bir paralellik gösterir. Kaşgarlı Mahmut söz konusu taşın iki türlü olduğunu ve bazı yörelerde birine "Örünk Kaş di­ğerine ise "Kara Kaş" denildiğinden bahseder. Örünk sözcü­ğünün Doğu Türk Lehçesi'nde ak yani beyaz anlanına geldi­ğini de hatırlattıktan sonra özetimize devam edelim...

Dolu afetinde tarlaları korumak için taş yüksekçe bir yere asılır ve ona dokunulmaz. Onu ancak bu işin sırrını bilen Yadacılar kullanabilir. Taşların birbirlerine sürtülmesi ve bir tas suyun içine taşın atılması ile bu işlemler uygulanır. Ancak bu işlemleri sırrı bilen kimselerin (Yadacılar'ın) yapma­sı gerekir. Aksi takdirde arzu edilen sonuca ulaşıl­maz. Taşı suya atmak yeterli değildir.

Bu anlatımlar da taşın kullanınn ile ilgili yukarıdaki tes­pitlerimizi doğrular niteliktedir. Ayrıca bu taşın sadece kulla­nım metodunu bilenlerin elinde işe yaradığını anlatması da önemlidir.

Şimdi bu taşın gerekli metotlara uyulmadan kullanıldığın­da ne tür sonuçlan beraberinde getireceğini gösteren; 13. Yüzyıl'da yaşanan ve tarihi kayıtlara geçen bir olayı sizlerle paylaşmak istiyorum:

Velaşgerd önüne gelinc e yöredeki halk bize şiddetli sıcak, kuraldık ve hayvanları rahatsız eden sineklerden çok şikayet ettiklerini bildirdiler. Bunun üzerine taşlarla yağmur yağdırdmaya karar verildi. Merasimi bizzat Sultan idare ediyordu.

"İlk başta ben buna inanmıyordum. Fakat sonradan bu­nun birçok tecrübelerle gerçek olduğuna gözlerimle şahit ol­dum." diyen S.A. Nesevi olayın gelişimini şöyle anlatmaya devam ediyor:

Bu kez de geceli gündüzlü, ardı arkası kesilmeden yağan yağmurdan halk şikayert etmeye başladı . Yağmur sihri yapıldığına halk pişman oldu. O kadar çok yağmur yağdı ki,her taraf çamur ve bataklığa döndü. Sultan'ın çadırına bile girilmez oldu. Yağ­mur dinmek bilmiyordu. SEL ne var yoksa her şeyi mahvetti . Bir ara sütninesinin Sultan'a şunları söy­lediğini işittim:

"Sen bir hüdâvent alemsin.... Fakat yağmur yağ­dırmakta değil... Çünkü böyle bir tufan çıkartmak­la hata. ettin... Senin yerinde başka birisi olsaydı bunu yapmazdı, sadece elverecek kadar yağdırır­dı"

Bu tür taşların yanlış kullanımının ne tür sonuçlar doğu­racağını göstermesi bakımından yukarıdaki tarihi kayıtlar son derece önemlidir. Kaldı ki, bu taşların Atlantis'te kullanılanların küçük bi­rer örnekleri olduğu düşünülecek olursa, Atlantis'teki bu tür taşlardan oluşan devasa enerji merkezlerinin negatif alandaki kullanımının, nasıl büyük bir doğal afetler zincirine neden ol­duğu sanırım daha iyi anlaşılacaktır.



alıntıdır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder