Bu Blogda Ara

13 Temmuz 2010 Salı

ilhan selçuk'un ardından......

İlhan Selçuk Tarihine Küçük Bir Katkı: Darbeci Olsa Bana Genel Yayın Yönetmenliği Önerir Miydi!

İlhan Selçuk'un ardından onu nefretlerinin ve kinlerinin simgesi yapmak isteyenlerin saldırılarını okuyorsunuz, dinliyorsunuz.

Bu saldırıların en önemlisi, zaten devam eden davalarla ilgili olarak "Ergenekon iddianamesinde" de belirtilen suçlama:

("Ergenekon" sözcüğünü kullanıyorum, çünkü henüz varlığı kanıtlanamamış olmakla birlikte, iddianame böyle bir örgütün varlığı üzerine kurulu)

Hukuksal terimleri bir yana bırakırsak, kısaca "Darbecilik!" suçlaması.

Bunu öne sürenlerin iddialarının çoğu zaten birinci Ergenekon iddianamesinde uzun uzun anlatılıyor.

İddianamede ayrıca, kamuoyunun belki gözden kaçırdığı bir husus daha var:

İlhan Selçuk'un ne denli ketum ve kurnaz olduğuna ve suçunu kabul etmeyeceğine ilişkin olarak, Ziverbey işkence köşkünde alınan ifadesi, o ifadede "İşkence altındayım" diye akrostişle mesaj yazması bir örnek olarak gösteriliyor.


* * *
İlhan Selçuk'un önerisiyle Cumhuriyet'te 1996'da yazmaya başladım.

Sütunumun adını "Aydınlanma" olarak, kendisine sorduğum birkaç öneri arasından seçip İlhan Bey koydu.

Sonradan öğrendiğime göre, yazmamı Oktay Ekinci kendisine önermiş, o da hemen "Tabii Kültür Bakanlığı Eski Müsteşarı, çok iyi olur" demiş.

Aradan beş sene geçmişti.

Bir gün telefonum çaldı ve İlhan Bey Cumhuriyet'in Genel Yayın Yönetmeni olmamı önerdi.

Gerekçesi, Hürriyet'teki dört yıllık deneyimim ve beş yıldır Cumhuriyet'teki yazılarımdı.

Bu önerisi üzerine birkaç kez konuştuk.

Benim ilk tepkim, "Düşüneyim" biçiminde oldu.

Daha sonraki ilk konuşmamızda, Türkiye'nin Toplumsal Yapısı adlı kitabımda çıkan, sonra 21. Yüzyılda Türkiye adlı kitabıma da aynıyla aldığım, Doğan Avcıoğlu'nun "Sivil-asker bürokratlar öncülüğünde darbe" modeli hakkındaki eleştirimi okuyup okumadığını sordum.

Kitapta özet olarak, sınıfsal değişme ve gelişmeleri dikkate almayan bir sivil-asker bürokratik darbe modelinin, 1970'lerin dünyasında Türkiye'de uygulanmasının olanaksızlığını anlatmaya çalışıyordum; ayrıca askerlerin darbe yapıp, iktidarı sivillere vermesinin de zaten akla uygun olmadığına ilişkin görüşümü de o konuşmada vurguladım.

Bana Cumhuriyet gazetesini emanet etmek isterken bu düşüncelerimi iyice bilip bilmediğini öğrenmek istemiştim.

Cevabı beni hem şaşırttı, hem onurlandırdı.

Herhalde biraz da abartarak: "Senin yazdığın her satırı okudum" dedi.

Arkadan da sitem etti: "Sen beni çaylak bir gazete patronu mu sanıyorsun, ben gazeteyi kime emanet edeceğimi bilmiyor muyum" dedi.

Ve ekledi:

"Ben seni zaten Atatürkçü demokrat kimliğin için istiyorum".

Biraz daha düşündükten sonra Genel Yayın Yönetmenliğinin iş yükünü, bir hayat biçimi olarak taşımak istemediğimi fark ettim.

Çünkü benim anlayışıma göre gazeteye, ölüm ilanları dahil, Genel Yayın Yönetmeninin okumadığı ve gerekirse düzeltmediği tek satır girmez.

Haber üretimi sabah dokuzda Ankara ile konuşarak başlar, toplantılarla sürer, öğleden sonra gelen haberlerin okunması ve düzeltilmesiyle devam eder; taşra baskısının hazırlanmasından sonra, yeniden haber ve mizanpaj değerlendirmeleriyle, şehir baskısının matbaaya yollanmasıyla gece yarısına doğru biter.

Kısacası sabah 9, gece 12 arası tam zamanlı ve çok dikkat isteyen bir iştir.

Sayfaların düzenlenmesi, manşetlerin atılması bir başka sorundur.

İdari ve editoryal personelin sorunları, gazetenin işletme problemleri, bütün bunlara ek olarak insanı ayrıca bunaltır.

Zaten iş bu kadar zor olduğu için, bugün dünyada ve Türkiye'de, bihakkın Genel Yayın Yönetmenliği yapabilen kimse var mı, onu da bilmiyorum.

2001 yılında 60 yaşındaydım.

Doğrusu hayatımın geri kalan kısmını böyle bir iş ipoteği altına sokmak istemedim.

Kararın verilmesinden önceki son konuşmamızda, önerisinden büyük bir onur duyduğumu söyledim ama yukardaki gerekçeyi kendisine büyük bir açık yüreklilikle anlattım ve Genel Yayın Yönetmenliği dışındaki her hangi bir görevi zevkle kabul edebileceğimi belirttim.

Onun üzerine Yazı İşleri Müdürü İbrahim Yıldız'ı Genel Yayın Yönetmeni, beni de Yayın Kurulu Danışmanı olarak tayin etti.

Birkaç yıl sonra da, Yayın Kurulu Başkan Yardımcısı oldum.

Şimdi burada tarihlere dikkati çekmek istiyorum:

İlhan Bey'in bana Genel Yayın Yönetmenliği önerdiği tarih 2001.

"Ergenekon iddianamesiyle" suçlandığı darbe girişimleri ise hep bu tarihten sonra.

Şimdi soruyorum:

İlhan Bey gibi, (iddianamede söylendiği üzere) akıllı, kurnaz, hesaplı biri, darbecilik yapacaksa, benim gibi darbelere karşı olan birini bu faaliyetlerinin hemen öncesinde gazetenin başına geçirmek ister miydi!

İlhan Selçuk darbeci değil, Atatürkçü anlamda, Sosyalist anlamda, bir devrimciydi.

Devrimci kişiliğiyle, Aydınlanmanın, Demokrasinin, Sosyal Devletin, Laikliğin yerleşmesi için çalışıyordu ve tabii bu amaçları için, sivil ya da asker, politikacı veya yazar, liberal ya da milliyetçi, işçi ya da işadamı, herkesle işbirliği yapıyordu.

Zaten asıl suçu da devrimciliğiydi...


emre kongar

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder