Bu Blogda Ara

27 Temmuz 2010 Salı

el greco(giritli bir ressam)






EL GRECO
DOMENIKOS THEOTOKOPOULOS (1541-1625)
HAYATI;
Sanat tarihine kısaca El Greco, yani “Yunanlı” olarak geçen Domenikos Theotokopoulos, muhtemelen 1541 yılında Girit’in Kandiye şehri civarındaki Fodele köyünde doğdu.
Girit o zamanlar medeniyetlerin bir kavşağı idi. Avrupa, Asya ve Afrika’ya eşit mesafelerde bulunan bu ada yıllar yılı Yunanistanlıların, Mısırlıların ve Arap yarımadası sakinlerinin uğrağı olmuştur. Mitolojiye göre Dionysus, Prometheus ve Daedalus’un da memleketleri olan bu ince, uzun kara parçası, Yunan medeniyetinden daha önce büyük bir sanat merkezi halindeydi. Bugün adanın çorak topraklarını kaplayan kalıntılar bunun yaşayan sembolleridir. Süslü saray harabeleri, kırık sütunla, fildişinden yapılmış ve altınla işlenmiş heykelcikler, kelebek ve çiçeklerle süslü mavi-sarı renkte manzara freskleri, uçsuz bucaksız dağlarda çiğdem toplayan gençleri ya da çelik pazılı atletleri canlandıra resimler gibi.
Mısırlılar, Yunanlılar, Romalılar, Bizanslı ve Filistinli müstemlekeciler, Müslümanlar ve Haçlı şövalyeleri hep buraya uğrayarak sanat medeniyetinin bir parçasını bıraktılar.
El Greco’nun sanat senfonisi işte bütün bu çeşitli melodilerin birleşmesinden doğdu.
Doğduğu yer Fodele köyü sarp bir kayalığın yamacında kartal yuvası gibi oturtulmuş ücra bir yerdi. Hayata gözlerini açtığı zaman “Adalar Kraliçesi” Girit’in sahibi Venediklilerdi. Köyünü çepeçevre saran kayalıklara tırmandığı zaman, Türk savaş gemilerinin Kandiye sahillerini dövdüklerini seyrederdi. Beş nesil öncesinden beri dedelerinin dedeleri de hep aynı sahneye şahit olmuşlardır. Kandiye kalesine şanlı Türk bayrağının çekilmesi ancak gün meselesi idi. Oysa ki Girit’in zaptı daha uzun yılla sürecek ve ancak sanatçının ölümünden elli yıl sonra ada Osmanlı İmparatorluğunun hakimiyetine girecekti.
Girit’in basit bir köyünden Venedik’e giden sanatçı, oradaki haşmet karşısında hayretten donakaldı. Yaşayan sanatla bu ilk teması onda beklenmedik tepkiler yaratmıştı. Bu anda bütün bildiklerini unuttu. Aslında o ana adar fazla bir şey öğrenmemişti. Renkli bir palet halinde ışıl ışıl yanan bu beldenin sanatçılarına gıpta ediyordu.
Yaşı yirmi beşi geçkin olduğundan ünlü bir ustanın yanına çırak girmesine imkan yoktu. Üstelikte böyle bir atölyede çalışması için lazım olan sanat bilgisinden mahrumdu. Tinteretto ve Titian’ın eserlerini gördükçe ağlamaklı oluyordu. Ama öte yanda iç aleminde gizli duran bir cevherin varlığından emindi. Nitekim Titian, El Greco’nun bu eğilimini sezmiş ve atölyesinde çalışmasına izin vermişti. Ünlü sanatçı o sıralarda pırıl pırıl bir ışık deryası içinde yanan Venüslere, bir renk senfonisi olarak gözün alabildiğine uzayıp giden Baküs bayramlarına veda etmiş, konu ve icra yönünden donuk, fakat çok olgun bir renk dünyasına erişmişti. Aslında o devirlerde bütün dünyanın tefekküründe de aynı kasvet ve donuk başlamıştı. Bir yandan doğudan gelecek İslamlığın yayılmasını engellemek, diğer taraftan da kuzeyden kopup gelen Luther reformunun benimsenmesine mani olmak için Katolik kilisesi topyekün bir savaş açmıştı. Ressamların fırçaları ve paletleri hep bu yönde çalışıyor, yaptıkları dini resimler, zindan ve işkence odalarından daha da kasvetli yerleri süslüyordu.
El Greco, göz kamaştırıcı Venedik sanatı ile kendi arasında bulunan muazzam uçurumu anlıyor, bunun için durmadan, dinlenmeden çalışıyordu. Böylece büyük ustalardan kopya etmeye devam etti. Jacobo Bassano’nun “Çobanların Tapınması” isimli eserini türlü şekillerde işledi. Fırça çalışmalarında bilhassa Tintoretto’nun tekniğini taklit etmeye çalıştı. Bu ünlü sanatçıdan,bundan başka balmumu ve balçıktan bebeklerden desen çizmesini öğrendi. Gece gündüz, soğuk sıcak demeden yorgunluktan olduğu yere yıkılıncaya kadar çalışıyordu. Bu irade sayesindedir ki, çok geçmeden çevresine nam salmaya başladı. Sanatçı sessizliğe, inzivaya ve hatta zulmete tapıyordu.
16 Kasım 1570 tarihinde İtalya’da Julio Clovio adıyla tanınan Makedonyalı minyatür ressamı Viterbo’da bulunan Kardinal Alessandro Franese’ye şu mektubu yazıyordu.
“ Titian’ın talebesi olan Giritli genç ressam Roma’ya gelmiş bulunuyor. Naçiz kanaatime göre, bu genç yakın gelecekte bütün çağdaşlarını gölgede bırakacaktır. Hele son haftalarda yaptığı kendi portresi bütün Romalı ressamları hasetten çatlatacak mükemmelliktedir...”
Roma’ya döndükten sonra bir müddet daha portreciliğe devam etti. Alevi üfleyen çocuk portresi de bu senelerin mahsulüdür.

Bu resimde Titian başta olmak üzere, çağdaş İtalyan sanatının bariz etkileri sezilir.
Sanatçı 1576 yılında klasik İtalyan müziğinin o zamanlar en ünlü bestecisi olan Palestrina ile tanıştı. Palestrina o sıralarda Vatikan korosunu idare ediyordu. Bu kutsal musikinin tesiri altında genç ressam büsbütün Allah’a yakınlaştığını hissetti. Böylece Allah’ın çizdiği yolda yürümeye, sanatını bu yolda geliştirmeye karar verdi. Aynı yıl İtalya’da bir seyahate çıkmış olan İspanyol yazarı Cervantes’le dostluk kurdu. Don Kişot’un ünlü yazarı o sıralarda Lepanto Muharebesinden yeni çıkmış ve er meydanında bir kolunu kaybetmişti. Cervantes, Domenikos Theotokopolos ismini telaffuz etmekte güçlük çektiği için dostuna kısaca Greco ismini taktı. İspanya’nın güzelliğinden, haşmetinden öylesine bahsetti ki, kısa zamanda Greco’nun aklını çeldi. Ona artık Roma’nın büyüklüğünü kaybetmiş olduğunu, buna mukabil Loyala’nın kurallarıyla yoğurulan İberia Yarımadasında yepyeni bir din cereyanının doğduğunu St.Teresa da Avila’nın inancın yeni bir mabedi olarak Escorial’i inşa ettiğini, Kral 2. Philip’in Papa’dan daha Katolik ve Toledo’nun da Roma’dan daha dindar olduğunu söyledi.
İspanya artık Greco’nun rüyalarına girmeye başlamıştı. Ne pahasına olursa olsun bu dindar memlekete gidecekti.
Toledo’da Başpiskopos, İmparatordan sonra en kudretli insandı. Şehrin dehşet veren yeri, Puerta del Cambron önündeki meydanlıktı. Burada daimi bir ölüm korkusu vardı. Çünkü bu meydan, Engizisyon mahkemesinin infaz yeriydi. Burada yanan engizisyon ateşi, hemen hemen hiç sönmez ve muntazam kurbanını beklerdi. Bu ateşin çıtırtısı, dua ve çan sesleri Toledolular için bir ilahi musiki haline gelmişti. Engizisyon kanunlarına göre, Allah’a başkaldıran cezasını amansız şekilde bulurdu. Toledo, Allah hesabına, sanki fani dünyaya karşı kayıtsız şartsız bir savaş açmıştı. Burada herşey kutsal temellere dayanıyordu. Sanatta öyle. İtalyan sanatı nasıl beşeri güzelliği arıyorsa, İspanya’da mukaddes ihtişamın peşinde koşuyordu.
Greco, İspanya’ya gittiği zaman burada henüz milli bir sanat okulu doğmamıştı. Bu yönden bakir olan uçsuz bucaksız memlekette Hollanda, Flaman ve İtalyan etkileri hakimdi. Leonardo da Vinci’nin öğrencileri olan Fernando de Leanos ile Fernando Yanez ve Titian’ın çırağı El Mudo hep ustalarından öğrendiklerini yapıyorlar, Titian ile Tintoretto’nun eserleri Escorial Sarayının duvarlarını süslüyor, Kral 2. Philip’in hizmetinde Hollandalı ve Flaman ressamlar çalışıyordu. İşte İspanya’yı resim sanatı yönünden yabancı etkilerden kurtaracak, dört başı mamur milli bir okulun doğmasına yol açacak insan, El Greco olacaktı. Yani bir Yunanlı.
El Greco, Toledo’ya çok çabuk ısındı. Buradaki çorak arazide yer yer biten fıstık ve zeytin ağaçları vatanını hatırlatıyordu. Bu beldede bundan başka doğunun musiki, örf ve adeti ile mimarisi vardı. Dağlar, taşlar, akan sular bile burada bambaşkaydı. Hasılı çıplak bir kayanın tepesine oturtulmuş olan bu şehre hayran kaldı. Derin bir uçurum dibinde güldür güldür akan Tagus nehri onun için en şahane manzaraydı. Toledo’yu resimlerinde ebedileştirmekten usanmadı. Şehrin uzaktan görünüşü günün her saatinde, her mevsimde çizgi ve boyalara döktü. Kül rengi beldenin üstüne çöken kapkara fırtına bulutlarını, Tagus’a doğru inen şimşekleri, İsa’nın ölümüyle gökyüzünün yırtılması şeklinde ifade eder.
El Greco 1577’de evlendi ve bu izdivaçtan bir yıl sonra oğlu Jorge Manuel dünyaya geldi. Bu çocuk sonradan mimar ve ressam oldu.
El Greco’nun İspanya’da yaptığı resimlere hakim olan nispetsiz vücutlar, acayip dekorlar, sanatçının şahsı hakkında çeşitli yorumlara yol açtı. Deli olduğunu bile iddia edenler oldu. Diğer taraftan başlara nispetle on, onbeş defa daha büyük olan vücutlarını yılanların anatomisiyle kıyaslayanlar bulundu. Vücutları alabildiğince uzatması aslında bilerek ve sevilerek yapılmış bir iştir. Oysa ki resimde deformasyon tekniği Greco’dan daha eskidir. Tintoretto’nun birçok resminde, Bizans sanatında ve Gotik heykellerde bu tarz görülür. Bizans sanatının içinde doğmuş olan Greco’nun yaratmalarında bu devrin etkisinde kalması tabidir.








EL GRECO’NUN “ APOCALYPSE”ADLI TABLOSU
Greco’nun resimlerine baktığımız zaman bazı konuların hep tekrarlandığını görürüz. Bunların başında ölüm gelir. Sanatçı için ölüm, bir ömrün sonu değil, yepyeni bir hayatın başlangıcıdır.
Greco’nun kompozisyonlarından çoğunu gördüğü rüyaların neticesi olarak yaptığı ileri sürülür. Apocalypse’de bunlardan birtanesidir. Resim, bir rüyanın plastik ifadesi olduğu için sadece çizgi ve renk organizasyonu yönünden ele alınabilir. Konu ne olursa olsun işlenmesi bakımından bu kompozisyon bilhassa deformasyon tekniği yönünden modern resmin temel taşıdır.
Onun en şaşırtıcı ve ilgi çekici resimlerinden biridir. Resim yeni Ahit’in son kitabı olan Yahya İncilinden bir bölümü betimler. Resmin sol yanında bir peygamber tavrıyla kollarını kaldırıp bakışlarını göğe çevirmiş vecd içinde gördüğümüz figür Aziz Yahya’nın kendisidir.
Yahya’nın Vahyi’nin bu bölümü, yedi mühürün açılışını görsün diye kuzunun gelip Aziz Yahya’yı “gel gör” diye çağırmasıyla ilgilidir. “Ve o beşinci mührü açtığı zaman, sunağın altında Tanrı kelamı ve şahadetleri uğruna katledilmiş canları gördüm. Yüksek sesle bağırıyorlardı:
“ Ey kutsal ve gerçek Rab, yargılamıyor musun sen, yeryüzünde oturanlardan kanımızın öcünü almıyor musun? Ve beyaz giysiler verildi her birine.”(Yahya İncili, 9-11)
Tabloda, heyecanla davranan çıplak figürler; göklerden gelen kutsal armağanı, beyaz giysiyi almak için ellerini uzatarak , mezarlarından kalkan şehitlerdir. Doğru ve özenli yapılmış hiçbir resim, azizlerin dünyasının yok edilmesini istedikleri andaki kıyamet gününün bu korkunç görüntüsünü bu kadar doğa dışı ve inandırıcı bir şekilde veremezdi.
El Greco’nun Tintoretto’nun simetrisiz kompozisyonlarından çok şey öğrenmiş olduğunu ve aynı zamanda Parmigianino’nun alışılmış dışı Meryem’indeki gibi aşırı uzun figür tarzını benimsediğini görmek zor değildir. Ama aynı zamanda El Greco’nun bu sanatsal yönetimi yeni bir amaçla kullandığını fark ediyoruz. Dinin hemen hemen başka bir yerde görülmedik ölçüde gizemli bir tutkuyla bakıldığı İspanya’da yaşıyordu. Bu ortamda Maniyerizmin alışılmış dışı sanatı, sanat erbabı için çoğu özelliğini yitirdi. El Greco’nun yapıtları, bize inanılmaz ölçüde “modern” gibi görünebilir. Ama onun İspanya’daki çağdaşları Vasari’nin Tintoretto’ya yaptığı gibi ona karşı çıkmamışlardır.
El Greco’nun Atölyesi hiçbir zaman boş kalmıyordu. Aldığı pek çok siparişi karşılayabilmek için yanına çok sayıda yardımcı almıştı. Bu durum belki de onun adını taşıyan tüm yapıtların, niçin aynı değerde olmadıklarını açıklar. Ancak bir kuşak sonra, insanlar onun biçim ve renklerinin doğa dışılığını eleştirmeye; kendilerine yapılmış kötü bir şaka gibi görmeye başladılar ve ancak 1. Dünya savaşından sonra, modern sanatçılar bize her sanat yapıtına aynı doğruluk ölçülerini öğrettikten sonra El Greco’nun sanatı yeniden keşfedilip anlaşıldı.
El Greco, sadece büyük muğlak problemleri halletmekle kalmamıştır. Dindarlığı zaman zaman çok beşeri duyguların ifadesi olarak ta sanata girmiştir. (Mukaddes Aile)
Greco’nun, ömrünün son günlerini tükettiği Toledo, Kral 2. Philip’in kaprisleri altında inlemeye başlayan bir ülkenin bir parçasıydı. Taassup artık mantık hudutlarını aşmış, engizisyon tahammül edilemez zulum halini almıştı. Yahudilerin ve Mağrebilerin sürülmesinden sonra iş hayatı durmuş, şehir bir mezar sessizliğine gömülmüştü.
İnsanlar ve kitaplar açık meydanlarda yakılıyor, sanatın konusunun mutlaka kiliseden alınması şart koşuluyordu. Günlük hayat felce uğramıştı. Dindar olmasına rağmen Greco, bu ifrat derecedeki zihniyetten yaka silkmeye başlamıştı. Bu hayal kırıklığından onu, az sonra 1625 yılında ölüm kurtardı.

KAYNAK KİTAPLAR:
• Büyük Ressamlar, Hayatları ve eserleri
Sudan ALTUNA
• Sanatın Öyküsü
E. H. Gombrich
• Eczacıbaşı Sanat Ansiklopedisi

*****TURGUT TAMER*****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder